7 Nisan 2009 Salı

DİVÂNE BİR ÇİNGENENİN ŞEHRE DAİR DİLEĞİ

Kutsal bir ayinle,şeklen de olsa aynı şeyi yaptığının farkında bile olmadan üç kez şaraba daldırdığı ekmeğini serseri bir gülüşle çiğnedi çingene. Kutsandığı,ruhu olamazdı. Çünkü eski bir ceket ve ufak tefek çalıp çırpmalardan başka kirli bir yanı olmadığını düşünürdü hep. Hem bir kötülüğe bir iyilik karşı geliyorsa madem,çalmıştı,evet ama,cömertti,kanaatkardı. Kendine yetecek kadarını alırdı.Bu da onu teselli etmeye yetip artardı bile.

Güne genelde sabahın ayazında şehrin sönmeye yüz tutmuş ışıkları altında başlamayı tercih eder,kimsesiz sokakları dolaşırken yeni gelen günün yönünü tayin etmeye çalışırdı çabucak. Tabii tüm bunlardan önce,ilk açılışı kutsal ovalarda,kutsal şarabını yudumlayarak yaptığını saymazsak.

Neşeli,bıçkın ve henüz genç denebilecek yaşlarda göründüğünü farketti birden şehrin camlarında. Uçarı bir çocuk gülüşü oturdu bu sefer yüzüne. Derisi,soğuk sulardan katılaşmış elleri günün kazancını toplamaya çoktan hazırdı.

"Meçhul bir yazgım var benim!" diye düşünüp hızlıca yürümeye devam etti çingene. Gözleri sanki avına kilitlenmiş bir sansar kadar keskin ve bir o kadar da kendinden emin ya da endişesiz diyebileceğim bir tavırla tek tek kapıları yoklamaya başladığında yaptığının kötü bir şey olup olmadığı hiç kafasını meşgul etmezdi onun.Böyle anlarda kanı sanki çekilir,zaman durur ve o sadece kilidin "tıkırt" eden sesine bayılırdı. Bu ona,ulaşamadığı bir güzele dokunmak kadar haz verir,onuru her seferinde esrarlı bir partiymişçesine "bir daha!...bir daha!..." diyerek etrafını sarardı. O zaman şehir gözünde ulaşılamaz olmaktan çıkar,bütün o dükkanlar,caddeler,seçkince süslenmiş onca vitrin saygıyla selam verir gibi gelirdi kendisine.

Nihayet bu töreni kendi isteğiyle sonlandıran çingene yine seri adımlarla ve kanını zaferle ısıtıp uzaklaşmıştı oradan. Gün dönmeye başlamıştı şehirde. Kamyonlar paket paket arzu ve heves taşıyordu dükkanlara. Kadınlar peşlerinden habersiz gözlerle ilk dokunmanın tadına varıp,o küçücük,ev denen dünyada yeni yığınaklar yapmanın yollarını arıyordu.

Uzaktan sahne gerisinde olduğunu hissetti çingene. Ancak farkındaydı ki, şehir oyunlarının hiç birinde assolistler öyle çok sonra değil,ilk görülen olurdu caddelerde. İlk önce onlar farkedilirdi,narin ellerini ışıklı bir mum gibi etrafa sallayıp ve emin bir edayla dükkanlara doluştuklarında bir kat daha artardı şehrin açılmamış kapılarının sesleri. Yırtardı kulağını; tıkırt!..tıkırt!..tıkırt!...
Şehir dururdu sanki içinde. Oyun durur,sahne sadece kendisi gibi olanlara kalırdı. İçini yenik bir savaş erinin acziyetinden çok,güreşmeye doymayan pehlivanların hırsı doldurmuştu. Şehrin kör köşelerinde üç kez yutkundu nefesini. Bu soluk,sabahki şarabın yayvan ve dili konuşturan tadından çok,acı,keskin ve susturucu bir okka gibi oturmuştu midesine.

İçinden hiç isyan etmek geçmezdi böyle durumlarda yaratıcıya. Sorgulamayı sevmezdi o kaderi. Olanın ve olacağın en iyi olduğuna çok küçükken karar vermişti,abisinin ölümüyle biten o büyük kavga sonunda. Bilfiil şahit olup görmüştü ki bazı acılar belaları da akıtıp giderdi üstümüzden. Ve her gelen keyfiyetin muhakkak ödenmesi gereken bir bedeli vardı. İşte o da özgürlüğünün,başıbozukluğunun bedelini şehrin isli tarafında kalarak ödediğini görüyor,ama ön sahnelere geçmek için çok da fazla istekli olmadığını kapılara olan hevesiyle kendine fazla fazla ispatlıyordu.

Onun derdi öç almak da değildi aslında şehirden. Ve şehrin sükseli aynalarına bakarken hiç düşmanlık görmemişti yansıyan gözlerinde. Belki biraz yabancılık,biraz telaş ve buraya ait olmadığını hissettirir bir duruş vardı karşısında. Bu nedenle çok fazla oyalanmaz ve tenha saatlere çekilirdi kimseye görünmeden. Akşamın ilk rahvan güneş sönmesinde bakiyesini ceketiyle avuçlar,yine tutardı yolunu kendi ülkesinin. Döndüğünde ne ülkesi insanları hesap ister ondan,ne de kendisi günün hesabını tutardı. Yorgun bedenini aksak rüzgarlara salıp, gecenin ilk saatine uzandığında o anda içtiği ucuz şarabın , bir de şu her düğünde gördüğü ince belli güzelin hayali ile yarına bir eğlence , yeni şehir uykularına dalardı.

5 Nisan 2009 Pazar

MUZAFFER BABA DERLER BİR YOLCUNUN RÜYASINDA GÖRÜLEN

Aşk ne kelamdır ne dokunmak,içip şerbet gibi hazzı
Belki bir gülüşte birleşmek,bir an gözgöze yakalamaktır
o isimsiz muammayı...


Kadirşinas bir ikindi üstü güneş tüm endamıyla yayıldı Beyazıt Meydanı'nda. Eteklerinde mutluluk topladı kimileri;rüzgar berrak bir söz gibi eserek ortak oldu umuda. Kimileri ise hüzünlerini ağladı güvercinlere. Kareli taşlar sakladı pişmanlıkları ezerek. Avundu hüzünler Beyazıt Meydanı hatırına,savruldu tüm günahlar,masum bir çocuktu şimdi güvercine elveren.
Nağmeli bir çınaraltı dinledi yalnızlığı. Çığırtkan kuşlar dayandı dallarına... Bekleyen,didinen bir zamandı meydandan koşup geçen. Kadirşinas bir ikindi üstü sahaflar bulunmaz bir kitap gibi yolcunun rüyasını karşıladı.

Bir zamanlar...Çok da uzak olmayan zamanlar...
Adımların tozlu sahaflarda,bulunmaz kitaplar kadar bulunmaz adamları aradığı zamanlar,sözün yazıdan önce kefil olduğu,adamın adam,gözlerin göz olduğu zamanlardı onlara selam veren.
Sarhoşun ayık,ayıkların sarhoş olduğu mekanlardı sahafları süsleyen. Yolcunun rüyası ya bu;ocaklarda kaynayan rızık telaşesinden öte,ayı,güneşi,yıldızları bir başka gözle görüp gösterenlerin zamanıydı bu.

Rüya aldı götürdü sahafları,yolcunun çok sonra duyduğu hatıralara. Rutubetli sayfalar sustu o an,raflar sırlandı haddi aşmayıp. Süleyman'ın hal diliydi artık odalarda konuşan.
Girift ve uzun soluklu cümleler yoktu içlerinde. Yalın,olabildiğince özgür,bir o kadar ele gelir muhabbetti dilden odaya sızan. Küçük bir masal,birazcık kahkaha,çokçası ibretti yolcunun aklında kalan.

Kisra'nın sarayları ne ki? Kaideler yıkıldı sahaflar çarşısında. Kurumuş topraklar can buldu,suya kandı hüzünler. Yağmurdan sonra açan güneş misal,mavi bir tebessümle aydınlık semalarda göründü.
Yolcu bir gözünü kırptı semaya. Biliyordu,uzak değildi aşkın resmi gözlerinden. Her ne kadar telaşlı yollar bölse de uykusunu,geceler çölüp odalar yalnız kalınca,rüyasında görünen Muzaffer Baba derler,sözden öte hal dilinden anlatan bir velinin suretiydi.