30 Mayıs 2008 Cuma

ÇOK SESLİ VURGULAR

hani o uzak yüzlü yer var ya
bilirim siz bilmessiniz kaç arşındır bakışları
kâh dokunaklı kâh ağlamaklı
kışkırtan,nazarında cümleyi derde çeken
inleten kor kıvılcım bakışları


hani o gurbet yüklü dil var ya
bilirim siz bilmessiniz neden direnir yanlızlığa
kâh akar bir dost ile sıla-i rahme
kâh durulur geç vakit kalemlerle söyleşip

hani o çiçek dünya düş var ya
bilirim siz bilmessiniz kara bulutları dağıtır
kâh bürünür bir çocuğun neşesine
kâh buğday bir güzelin busesinde görülür

hani o manâ yüklü an var ya
bilirim siz bilmessiniz nasıl yanar içten içe
kâh bakar, hüzünlü bir gecedir duyguları
kâh muhabbetin dipsizliğinde gezinir

hani o demir bilek el var ya
bilirim siz bilmessiniz kaç eylemdir karıştığı
kâh isyandır emeği, yılgınlığa bir reddiye
kâh sevgidir bir başına avucunda demlenen

24 Mayıs 2008 Cumartesi

GÜLMEK

gülmek, silkinmek tüm varışlardan
çabasız bir deyiş olmak yayvan bir tebessümde
alı al moru mor örtüleri sıyırmak, bayraksı bir direnişle
gülmek, çaresiz gülmek keskin ve arızalı bir seda da


yağışsız ıslatmak ağızdan çıkan her bir nağmeyi
ruhsatsız öylesine anlamdan soyunup gülmek
şuursuzluk kusup mahvi dünya evine
boşalmak, çok geçmeden hafiflemek tenlerden


fikri bir yaygarada aklı salıp dışarı
gülmek çın çın gülmek,bütünleri parçalayıp
vakitsiz bir bakışta sindirmek
heybede dolu geçen zamanları

gülmek hesapsızca kaza gibi
biraz şamar biraz sorgu
daha çok kaybetmek,akl-ı selim zamanları
ışıkları bir açıp, bir kapamak,ölümüne çağırmak
gelecekse gelsin divane çöl tufanları

el yordam,göz nizam, alem tumturaklı
saçlar çoktan taranmış görünüm fiyakalı
isim yaralı ,ruh ağlamaklı,olsun arzu müteşekkir
yıkılmaz bir duvar gibi vakur ve oturaklı


gülmek; perdeler açılınca acı bir şölendir idrak
yinede gülmek varlık denen yalana inanmak
susmak, çıldırmak, yitirmek kendini bir noktada
başı sonu yakmak birden bir hesaplaşmada

20 Mayıs 2008 Salı

OYUN BİTTİ

alkış tufanları sarmıyor can evinden emeği
sevinci ellerinde avutmuyor, görgüye inat
yükselmiyor göklere ecele şerbet bir imân
kurşuni bir solukta tutup alnın ilk yazgısını
bir 'ben' yağıyor 'gülle olup' ıslanmayan her bir yüze

sahneleri yıkıyor ölüme davet bir seher
son oyun bir drama geç kalmasın hüzünler
sahneler;bir dolu bir hınç
sitem yüklü bir kuyu taşmasında
söylenmeyen her inik bakış
katl-i mahkum,tunç çığlıkta boğulurken sessizlik
oyun yarsız söz tekinsiz
kaçmak zamanıdır kendimden
gözler arıyorum yok olmuş,öyle ani
körelmiş,sinmiş kuytulara çekilmiş
suları dinlenmede fırtınasız koylarda
tutuk bir sevda avutmuş en çok
küllenmiş,aşkı inkâr,sıkça talan gözleri
cellatlar sıra sizde vakitler son çalmakta
bilirsiniz yokluk sizinle çağırır
geleceğe bir hatıra donuk mavi resimleri
buyrun içeri girin,güz marşıdır ömrün
önünüze serilen, ıslak ve isyan geceleridir...

AYN-I GAYB

seferi bir gözdünüz
kıyılar ondan dalgalara yazıldı,bedellerdi kârı
yumdunuz dört kuşak yoktu önünüzde
kalkmıştı tüm sınırlar ve yoruldunuz
konuşan dil eyleşen eldi sizi böyle dağıtan
saydam camlarda gördünüz ilk kez
her şeyin aynı gibi isminde ayn-ı gârib olduğunu
sezgiler biçtiniz söz yerine uryan akla
ilâhi sırlardı eşyayı bir başka delip geçen
ne çalıştınız ne didindiniz aramakla bulunmayandı gözleriniz
oysa düş çoktan kamaşmış uçuyor,
saçılıyordu bir gelinden daha mahrem
his alabildiğine mesut kalbler mutmain
yönsüzlük narası sanki, şeksiz ve şüphesiz
bir nazarda somutlaşırken
değdiği her perdeyi aralayıp
aynı resim,aynı şenlik,aynı hazan
bir çocuk yine uyumakta
bir bahar her bahar yine doğmakta
bir insan telaşlı yürümekte
bir güneş yine batmakta ve
bir kadın:ismiyle müsemma bir anıt gibi
halâ,halâ ve yine halâ her gelende
dolu bir bakış,kapsamlı bir birlik beklemekte...

9 Mayıs 2008 Cuma

MERMERDE YETİŞEN ÇOCUK

Fahreddin Efendime


bilindik binli yıllarda
çocuk doğdu çocukça bir çığlıkta
ıslak nemli ve buruşuk olmasına rağmen
aydınlık bir gündü sese karşılık

aralandı gözleri,mumyalar silkinirken henüz daha
adayıştan bir cüz, kendinden öte bir el
dokundu ilkin
alnına bir buse


çocuk kımıldadıkça sert bir rüzgar yaladı ve
aydınlığı bir anlıkta olsa ürperdi,şimdilik yanlız değildi oysa
o zaman anladı çocuk
yatağını ısıtmak epeyce bir zordu

mermer tüm debdebesiyle
uzanıyordu ona,beyaz ak bir nehirdi salındığı
ama bir o kadarda şekilsiz
yoğrulmayı bekliyordu... sanki
damarları çatlamaya hazır
bir insan karşılaması ile hazırlıyordu yatağını
bilinmez kor savaşlara gebe
misali suskun ve bilgiç bir bekleyiş
ya da yok olmayı göze almış bir hiçlik tozu
hiçlik tozu saçan sonsuzluğa

çocuk habersiz,güneşli bir filiz yaşamı karşıladığı
soruyor ilk günden ism-i azamı
aceleci çünkü fıtratı müsait
ve mermer dinliyor
büyüyor zaman ve güveniyor o
tecrübenin hanidir sabit duygularına


nefesler ısınıp bir kez daha
bir kez daha telveleşirken,ömrün bir yudumluk orta kıyısında
çocuk çocuk olmaktan çıkıyor
hükümsüz aynalar bir tek varlığının şahidi
henüz daha büyümedi oysa ruhu,öyle yarım
bitkindi bu yüzden günleri
alnına başka buselerde değiyordu artık
lakin tamamlanmamış bir dairenin
en ucunda,noktalanması gereken
ismi kayıp bir ömür taşıyordu.

mermerde yetişen çocuk
ne suyla büyürdü ne ekmekle
onunkisi kaf dağının ardı da değil
belirsiz bir masal olsun,yüreğinden uçup giden


çocuk şaşırıp kaldı,bir başınaydı yollar
ilk defa duydu içinde akan damarları
kanat açası geldi bedenini suya salıp
işte o zaman alevlendi mermer
merhamete geldi ve insanlığa
aynaların ötesinde
renkleri varlığında kavuran
kıpkızıl tükenmez bir aşk sundu

6 Mayıs 2008 Salı

MAHRUMDUR DOĞUMUM YAŞAMI BİR NİMET BİLMEKTEN

biçimsiz bir kopuştu
seferlerde uzayan yollar
ardışık bir düzen
ya da bilindik dokunuşlar

şehirler örter yanlızlığı
unutulmuş arzın melekleri
gurbet sunar yurtsuz çağa
azalarca varılamayan

ne gitmesi ne kalması
umudu yetmiyor yeşertmeye
yüklenmiyor artık mahir sözler
hayal insanlığından bezmiş

kör dil bir ağıt bile
tutunamayıp kalanlarda
isyanı sarpa sarmış
gören yok dizler dermansız

duyuyorum sanki hatıralar alev alev
eriyip zaman,üstüne bir şey konmadan
kanıtlıyor ağlayan gözlerin
geçmiş günlere yandığını

budanmış yıllar,yollar iz peşinde
bir sürü kilit ölüm açık kapı
çağım ağlıyor şimdi
gelişinde yön kalmamış kimliksiz gidişlere

30 Nisan 2008 Çarşamba

KEŞKE

diyemedim her şey içimde var
ödünç değil,alevsiz yanışlarım
ciddiye alınmadı sözüm,özümden bî-haber
bilmem kaçıncı mahşer
dökülürken kudret yağdırıp üstüme
sözlerimin ardı dağlanmış
öyle mahzun,saklı kaldı
toprak duydu ya beni,siz duymasanız ne çıkar
ama keşke bir dinleseydiniz
sizin aranızda benim
anlamlarım yandı.

ZAMAN KAYMASI

edirnede serhat sineması
büyülü günler, unutulmuş keder
çocukları örter yıldızlar
başlayınca bir yaz hatırası
kabak çekirdekleri
soyunur beyaz perdenin hülyasına
ayin başlar sanki gece saat dokuzda
kötü kadın akıtınca irinini
güzel melek kırılası saydam kızlara
beddualar duyulur edirne sokaklarında
anneannem tutamaz kendini
beddua yetersizdir eylemlerle ağlar yüreği
atar ne varsa sinesinden,kötülere şimşekler yağdırıp
o tatlı tombul elleri
film karesine ha çarptı ha çarpacak
-------0-------
edirne'de serhat sineması
ruhsatsız gülüşler,semasında yankılanan
büyük yaldızlı ve görkemli bir sebeb
yok mutluluğu salmak için gözlerden
küçük bir sinema
biraz roma pastanesi
alabildiğince yetkinlik
------0-------
geceleri ayıltmamış dünyanın gidişine
uzaklarda bir yerde yolunda gitmesede insanlık
edirne bir yaz yaşıyor
belkide en doğrusu
-----0------
sokaklar kirlenmemiş
saf saf bakmakta insanları
bazen bilmek çözüm sunmaz
size ne kadar özenirim bir bilseniz
-------0------
edirne'de acıyan tatlar
akide şekeri çiğner ağzı yanmaz
başa gelen bin türlü dertler
bir komşunun bahçesinde giderilir


yoktur insanımın felsefesi , derinliği
naturmort bir tablodur,selimiyem hariç
şu koca şehirde bocalayınca aklım
ruhum salar ipini, çocukluğumda dinlenir
uğrar teşne sokak,muradiye ıssız
dolaşır zamanları çaldığını düşünmeden
göğe sokulur hınzır ve şımarıkça
lâtif bir rüzgardır ağaçlarında sallandığım
--------o--------
yoksuldur biraz, mağdur edirnede çocukluğum
ama olsun:hava.su,taş,toprak
ötesi mutlu olmak bedava
küçükse de hayaller nehirlerce dinlenen
aydınlıklar çağıydı saflığında gözlenen
--------0--------
edirnede serhat sineması yanmış
yanmış kanaatkâr insanlar çağı
şimdi büyüdü düşler azaltıp gülüşleri
yollar uçtu gitti istanbula
derin istanbul,istanbul, aklım karışık
ben halâ edirne'de sırlanmış
telaşsız ve arı
yitik zamanlarla barışık...

USLU DURURSANIZ

uykuda kabaran kinim
günlerime karışmak niyetini
önceden sezmiş olmamla beraber
tutuk ellerim ve haps olmuş sahibine
ellerim diken suyu
kanıyor dokunduğu her bir yüzde
ellerim yine cefa yine vefa
dirençle eritti kelepçeyi
beyaz bir gül artık rüyalarım
ölüm okşarken yüreğimi
onlar çoktan örmüştü
affolmuş yeniden sabahları...

29 Nisan 2008 Salı

SENSİZLİKTE ARARIM SENİ

sen solumasan kirpiklerimde
kırpmam öylece donsun zaman
cadde sussun,çocuk eğleşsin
ben durayım gidişler ağlamasın
sen sormadın başıboşluğumu
nicedir aşkın uğramadığını,dertlerden korkup
kalbimin durduğunu,alnımın yorulduğunu
bakmadın çünkü tâkâtsizdi bakışların
gereksiz mecralardı seni yoldan çıkaran
denizler uzaktı,gözlerinde ufuk
bu yüzden takılı kaldı bir film şeridinde öykün
duvarlar aslında yıkılmadı üstüne
sadece bir zaman aldatmacası
----------- o ----------------
sen beni düşünmezken
uzaklaştı tüm inançlarım
törpülendi içimde kavruk yaz sıcakları
ağladım,mahşeri bir uğultuydu sesim
gözyaşlarım bulandı hasrete
kimseler değmedi,duygularımdı nöbetçi erler
gözlerin bana değdiği yerde,yanlızdı sabahlarım
masum değildi bakışlar
belki ürkmüştüler sensizliğimden
çünkü yarımdı her sözüm,şüphe sarmıştı dört bir yanımı
yokluğum eksiklik değildi sende,yokluğunu düşünen bir ben olarak
üstünde eski bir palto gibi iş göresi bir eldi
varlığınla örtüşen
üşümüyordun yokluğumda
öyle sıcaktı ki izlerim
sormadın anlamlı bir direnişti
oysa sana her sırt çeviriş
sitem umursamaktır,bir nokta kadar olsada
umursamadın lâkin içimde devasa
bir güldikeniydi,düğün sofrasından arta kalan
bir ah çekme hayata,belki biraz isyandı
sen avunurken kendinle
bana sensizliğe açılan bir yol
kahverengi bir hüzün
çokçası ağlamak kaldı...

BEKLE BENİ ÖLÜM

çıplak ayğımdı soğuyan
teneşire çok kez değdiğinde başım
oysa hazır değildi bir çok şey
gerilerde suskun bırakışlarım
an ötesinden,zaman eritirmi diye sordum
ayrılışların günce yanlızlığını
ya da unuturmu insan
yıllarca tozlanmış bunca garip hatırayı
ayaklarım evet soğuk ve pes
eteğini çoktan çekmiş yarınlardan
burulmuş ve dizginlenmiş,mekanlar yol ötesi
ruhum uçsada aralı gözlerim
benden kalanlara dair
küçük bir el yada büyümemiş bir söz belki
arafta tutan gölgemi
çekiyor çekiyor şuurum amaçsız
sallanıyor ölüm ve oluş arasında zaman
resimler soyunuyor gözlerim kapalı
dört başı mamur geçmedi ömrüm ne zarar
la mekanda da yankılanır bilirim
güneşin dansı,ayın şarkısı
buna rağmen cazibmidir
doğumla gelen ilk sancı
korunaklı bir tutunma
biraz hayret biraz neşe
kapılar berzahta söyler sırrını
ölümle tanışınca doğumum
toprak altı,ruhun macerası...

21 Nisan 2008 Pazartesi

ACİL PATİKALAR

örtücü ormanlarım oldu benim
büyülttüm içimde tek bir dal budamadan
sevinçle saldım köklerini
yerden göğe kadar uzanan

yetim kaçışlardı gezinen
düğümlenen lokmalarla helâlleşip
ya da hassas bir ağlayış
dönüşlü dostluklara değmeden

bahçeler var ormanlarımda
suları toprak gibi alçak
akıyor bulanık değil dalgalar
akisler kendinden geçmiş

dinliyorum sessiz,
şekilsiz,sözsüz,görgü-süz
en derinimde yayılan
bir kucak dolusu cennetü alâ sanki

merhaba diyor ordan
elleri kınalı bir kız
ormandan çıkmaz pek
sevmez bulanık diyarları

kaçıp gitmelik bir heyecanda
usulca kayıyorum kınalara yakın
ormanlarım çağırıyor
karışınca günlük hesaplarım

bazen annem gülümsüyor
bir ağaca yaslanmış, babam gibi
çocukluğum artık sormuyor
sevginin şeklini şemalini

bazende hayellerim boyuyor ormanlarımı
denizlere uçan mavi bir kuş yüreğim
sevdiklerim hep ardımda
taşıyor özgürlük meşalesini

ruhum serbest,dolanıyor uç bucak
uğruyor börtü böcek,yaşlı genç her sineye
arılar gibi emiyor
hepsinden bir yudum nefes

ormanlarım kapsayıcı
hiç bir şey üşümüyor dallarında
içim öyle sıcak öyle güvenli
dalınca yeşil ve sakin

görülmez orman kuytulara...

14 Nisan 2008 Pazartesi

KADINIM

duyulur duyulmaz beklentilerle
görüş kadınım! olsun,kapansın çoklu insan kapıları
küçücük bebeklerde oynasın sevinçlerin
geleceğe adanmış bir parça lütuf
biraz iyimser bir söylence
uyut kadınım ninnilerini
pervazlar dinlesin,sokaklara duyurmadan
utanma,çözülsün dilin
seni bekleyen sadece kaderindir

geceler günahsız sana değen
ince tüller ardındadır ürkekliğin
vefa ile süsle encamını
unutma;zamandan öte her daim
okuyor vahy-i kerim
sana da hazırlanmış
ruşen-i naz,naim cennetler

alış kadınım,sebattır seni göklere taşıyan
durulma sakın mecazi aşklarda
bil ki leylalar da kanat çırpar
uçar sonsuzluğun deryasına

hisset kadınım,
varlığın öyle bir maharet ki
söylüyor her melodi senden
çaldığı bir parça sebep
yaşamı karşılama
sevgiyle nefes alma gücü

büyüt kadınım,korkma
ısıt varlığınla şu alemi
bunca hışımlar bir yana
sende billurlaşır iyilikler
hoşça bak zatına ki
aşk-ı ebed senle doğar
kevn u mekandan içeri.

LİRİK BİR GÜZELLEME

bahar gelmiş çocuğum
aç uykunu,davran doğan güne
ses ver nağmelere
dirilişle aç soframızı
bak,mutlu hayat
daha dün ağlıyordu
belkıs'ın tahtı revan,duy sesini
dağılıyor ummana doğru
çocuğum tut elimi
başlasın hikayemiz
gözlerinde güleyim aynalardan geçip
aksi isminle özdeş
gül-nur ovalara doğru
akışkan zaman,mekan silik,suretler kayıpta
çürük vişne tadı ağzım
değerken toprağa
başak ver korkma sakın
selamlaş yarına doğru
gün,ay,yıldız mucizelerle örtüşmüş
yarın bilmem bebeğim sana neler getirir
ab-ı hayat iksirini sunmam imkansız
ama sanma ki rızkım boş,ocağım kül
dünden azık yarınına
güngörmüş kalemimdir.

10 Nisan 2008 Perşembe

DUANAME

Allahım
durmayı nasib et bana
bir daha düşmemeyi yok-sul aralıklara
üşümemeyi hiç ki yanarken yüreğim dile vurup ilmiğini
kapanmasın dimağım,olacak olana aldırmayıp
fütursuz bırakma Allahım pişmanlığımdan uzaklaşıp
dertleri taşıt bana nefsim kaçıp gitsede
uçur düşlerimi burağımla yarı yolda kalmadan
ben benlik duvarına çaksamda çivi niyetine günah
soğusam buz kessem hazlarla örtünsem kefaretten korkup
sırılsıklam yağsam göz yaşlarımın yerine ruhuma
bırakma ne olur beni arzularıma müptela
sıratta adayacak ameller biriktirmedim ne gaflet
zamanlarım savruldu sevgilerimde beslenen
amasız cümlelerle hiç savunabilirmiyim nefsimi
ne olur anla beni;sökülürcesine hissetmeyi ben istemedim ki
isyan ettirme Allahım sevmenin nihayetsiz durağı sen ol
mahçup olmayayım boynumdaki yemine
ne acıki yosun kokuyor sabrım,sabredemedi çürümüş gölgeme
susturuldu pek çok kez konuşmaya her kalktığında
biliyorum konuşmak pek iyi gelmez sükut gidilecek altın yol
ama taşıyorum Allahım varlığına akıt beni
handikap sürüsü dolanıp aklıma
daireler çiziyor içiçe içiçe içiçe yutacak niyetimi
iblisler başaşağı cennetten çıkma serseri
merhamet Allahım yardım et koyverme
kimseyi sokmadığım,senden emanet şu küçük mahremimi...

9 Nisan 2008 Çarşamba

DEVRİDAİM

ne inişler gördü bu şehir
yeleleri bir aslanı andırır adamlar
kibir kuşanır vaziyette doğruldular güneşe karşı
önceleri ihtişamlıydı gülüşleri
çocukluk yakışmaz böylelerinin duruşuna
her yer heybetleriyle doygun
parklar, bahçeler,caddeler
selam durur hırçın ve yüksek bakışlarına
bayanlar bir hoş olur heybetlerinden ki,pembe ve ürkek
dağların yamacında bekleyen kırlangıç sürüsü
adamlar memnun adımlarından
sağlam,oturaklı ve erkekçe
ses getiriyor adımlar
kadrajlanıyor her karede güçle beliren aldanış
herkes beyhudece bir oyuna dalmış
kimi sevda sanıp bu filmi
kimide rüzgarın estiği yöne savrulmuş
inişler gören şehir
susuyor,sessiz ve irfani bir solukla tutuyor
söylemeyip inişlerin kanatıcı izlerini
inecek yine biliyor
insanlığın bu burnu kalkık edası
adamlar mühürsüz zarflar misali sökülüp ta derinden
aksak adımlarla dalınca yılgın yıllara doğru
önceler; hafif bir uyku rehaveti
sonralar müphem isyankar ve çilekeş
yanlızlıklar bir bir dökülürken derilerinden
bayanlar sitem yüklü bir şarkı
erkeklik gemisi battı batıyor
güneş ufuktan kadere dövünürken acıyıp
kenarda söz yutmuş bir kadın
erkeğini onarmanın sancısını çekiyor...

FATMA HANIMA

saçların ne güzel Fatma hanım
görülmez hazine sırladığın
kızların yüzgörümlüğü düğünlerde
gençliğin güzellikte adını bulduğu


kırlaşmamış bir ikindi üstü
taze yüzlerde belirince mutluluk
güneş görmemiş kahküllerdi koşan
gökten inen üç elmaya doğru

dereler boyu seyirtti gözler
isim aradı geleceğe koyacak
hülyalıydı soluklarda iç geçiren
zülüflerde süslendi efkarlı ve aşık türküler

fatma hanım,ah çekme sende geçtin bu demlerden
perçemlerinde yazıldı: okunmuş beyler, yaşanmış ümitler
korkma aynalar küsmes sana mayandır taşıyan seni
aklaşsa saçların dökülsede bir kaç tel;

kadınlığın baki,güzelliğin yaradılış gereği..,.

7 Nisan 2008 Pazartesi

MAHFUZ

doğrularından pişman kadın
kayıp giden zamanlar kuralların çiğnediği
bir sorgu tamlamasıyla mimlendi kaf dağları
yıkıcı bir arzu artık hedeflere kitlenen

kadın yorgun yetişme pahasına,son sûr'a varmadan
cennet-mekan köşklere yordu tüm belaları
alnında yazılmamış öyküler biriktirip
kendinde sırladı geçmiş zamanları düşünmeden

biliyor,olunacak nesiller rahminde peydahlanan
kimbilir kaç düello sahnesi geçmiş üzerinden
kaçmak çözümsüzlük,belki ani kırılmalar
doğacak olan gelir mi yatağını acıtmadan?

çatladı toprak,filizler terennümde "hayy" faslı yaşamın
solgun değil kaderin paylaştığı
susuz çöllerde belirse de bir lokma,biraz sevinç
geceler serapsız aşklara serdi tutkulu endamını

örtücü kadın yüzyılları örttü ifritlere göstermeden
sağıldı,sorgulandı,sınandı hep;benliğiydi dürülen
uzletler yakışır bir çift göze,yalnızlık
elleri var kadının hoyratlarca görülmeyen

itminan meyletti çok kere kadına
neden yazgısına düşen hep sabırdı.
kızmadı üstelik,meleklerdi habercileri
avuttu hep onu,o en güzel yaradılışta.

5 Nisan 2008 Cumartesi

ZORUNSUZ ÇAĞRIŞIMLAR

uzun ve yoksun hikayelerde
kahramanlarla avundu ayakaltı caddeler
kelepçeler sustu aklın maverasında
sıradanlıklar kırıldı,muzipçe ve korkusuz

ufuklar dar,günler görünür
dolaysız,adımlarda seslenen
sıradan ev sıradan tüm caddeler
mevzular belirgin bir sonradan beklenen

uzun ve yoksun hikayeler,ruhumuzu tazdik eden
estetik ve düşüne çağıran aralıklarda
bir cümle belki atışları sıklaştıran
kahramanlar inanç dokur titrek ışığın gölgesinde

aylin bir başka suret,hakan bir başka bu tabloda
sanki yeryüzüne değmez hiç böyle yüzler
bizmiydik etrafımızı göremeyip kayıpta
hikayelermiydi gerçek,çevremizi didikleyen

olunmaz saçıyor hikayeler
yaşamdan gökkuşağı aşıran bir oluk,bir sancı
teslimiyet sussada,gönlün tahtın muradı
renklerle aydınlanan bahçelere girmektir...

2 Nisan 2008 Çarşamba

BETİMLEME

aldandı göz
aklandı beldeler
ağladı el
ağardı sonu gelmez geceler
asıldı şehir,her duvara bir levha
atladı tarih devrimler geçidini
ayrıştı dün
yeni günle gelen farktan
anlaşıldı an
biçilmez sancılı bir kaftan
azaldı yemin
vaktin sunaklarından korkup
avladı insan
aynalarda yüzen bir anlık hayalini...

AĞIRBAŞLI HANÇER'E

seni nasıl anlatsam bilemiyorum
tanıdığım kelimelere sığdıramıyorum varlığını
o ince,yavaş yavaş ve farkettirerek
doğamıza giren serin,soygun yanlızlığını
kapıları kapatmak biçare sen gelince
sisler ardında gizlenmezsinki hiç bir zaman
adına açılır nice küskün dramlar
söz kâfiliğini yitirir,merhemsiz yaralarda sızlayarak
ılık akar göz pınarları
mahzunlaşır koynuna girdiğin tenler
cehennemi öğütür
düşüncede bıraktığın şeytansı hünerler
seversin sevilirsin
alan da veren de çaresiz
konarsın kanayan
üşümüş dudakları ıslatarak
bilinmezliği kabullenir sana değen her ruh
ihtimaller sıralanır geleceğe başıbuyruk
eller silikleşir ,eylemler biçare
sevdalar sorgulanır
adına düzenlenmiş metinlerde
tanır seni bir çok elem (adını bir mıh gibi)
susar boyun büker insanlık
duygular olgunlaşır
konup göçtüğün bir fasıl gönüllerde...

31 Mart 2008 Pazartesi

SALINIMLAR

bizler çocukluğu sokaklarda geçmiş bir grup mazur
sizler makul sebeplerle saçmalamayı bilmeyenler
onlar arada kalmış kehribar kokusu
uçlar her şeyin en dayanılmaz,görülmeyen tutkusu

sizler aldanmadınız mazeretlerden yılmayıp
bizler coşkulu küllerde savurduk çocukça şarkılarımızı
onlar sorularıyla bozarken efsun yemiş sahneleri
dertler uçsuz bucaksız bir nehrin akmayan kirli tortusu

bizler yıkadık geçmişleri,görünmeyen sebeplerdi perde ruhumuza
sizler direndiniz hep biraz fazla,biraz şımarıkça
onlar iki büklüm umutlara kanca atınca
düşler sustu,yol aldı gerçekler büyüyerek acının kucağında

sizleri etkilemedi gerçeklik dünyası ki;çokçası gerçektiniz
bizler yalpaladık,sanki biraz kaybettiğimiz saflığımızdı
onlar tepkisizlik sundular her duruma,farketmez
inançlar geçti yalnız düşle gerçek arası köprülerden

bizler büyüdük biraz çocuk kalarak
keşke sizler de tatsaydınız bir anlık mola,bir mazur gülüş
onlar yaşamayı bilseydi,nefes almaktan öte
birleşirdi,düş,akıl ve his şerefli bir dizede.

DİĞERLERİ

en akıllı durumlarda gelen çılgınlık
ayakta iken yaşanan düşkünlük
konuşmalarda gizlenmeyen kıskançlık
övünmelerde yükselen zayıflık
uykularda unutulan sarhoşluk
güzellikte beliren iptila
en mutlu anlarda hatırlanan hüzün
soğuklarda büyüyen sıcak nefret
çoğu kez anlaşılmaz beden dili
duvarlarla örtülmüş yığınla gizli mahrem
felaketler güden bir dizi arızalı bakış
aşağılanmaktan zevk alan yaralı ruh
suçtan uzaklaşamayan bir çift el
duada isyanı artan acılı beden
eylemleri başıboş günahlarda eğleşen
bir avuç kuma çevirip ömrünü
zamanın devinimsiz normalliğine gülen
şakalar bir gölge,ciddilik çoktan hazır
yangınlarla dağıtıp varlığını,yoklukta dirence küfreden
poyrazlar,sert rüzgarlar,yüreğin ardı uçurum
hakları gökyüzüne savurup,adayışı temaslarda örtüşen
avutup dönüşsüz kervanları
haramileri öylece tutuksuz
her şeye,herekse,her deme rağmen
kendiyle çelişen,kendiyle yüzleşen.

28 Mart 2008 Cuma

HELEZON

çok köpük / boş dalga
anlık duygu / gelgeç istek

çürük bakış / mahpus mekan
sahte kurgu / yalan uğraş

sıradan nefs / zorlu ölüm
soğuk taş / cepsiz kefen

seçme soru / ağarmış saç
derin sanat / büyük acı

güzel kadın / tutuk söz
ince gece / şair uyku

müşfik erkek / hâmi kanat
kâvi îman / çokça düstur

yanlış adım / dönülür hesap
büyük aşk / sırr-ı latîf

sonsuz nokta / başsız vakit
uzun fikir / alıngan şüphe

âlim insan / yorgun temas
bilgiç akıl / fasit dâire

teslim kalp / hakîkat öz
kibir benlik / erimek sen...

23 Mart 2008 Pazar

LAPE

"hiç bir kimsenin umudunu kırma, belki sahip olduğu tek şey o'dur" KONFİÇYUS


ertan'a

travmalar yürüyor şişli caddelerinde
kayıyor lastikler,enkaz sürülerini topluyor eskiciler
ipodlarda bir anons: "kendinize geliniz!.."
ah şu yüksek ökçelik restoranlar!
insanlığın zaaflarını nasıl da iyi bilirsiniz
kırıtıp şehrin pek muhterem hanımları
daha bir duymaz edayla salınırken aynalarda
haddi olmayıp varoşluk bir teyze heveslenince çağına
kuaför,makyaj ve ayna ağız büküyor o teyzeye
acımasız bir dönerci fırlayıp dışarı
doğruyor tüm yerini bilmezleri
en çok da bileyleniyor iyice,hem kadın hem de etik olana.

lape'ye sığınıyor bir grup ki (tahminimce anonsu duyanlardan)
ilk önce banknot,sonra rahibe azizeler karşılıyor kapıda
rahibe sunuyor bir tebessüm,isa mesih,kutsal ruh
anlamıyor ya bizimkiler,rahibe çok iyi anlıyor hepsini
ayıklayıp bozuklukları dolduruyor enjektöre
bahçede susuyor meryem ana
ilk günkü gibi bozmuyor orucunu
toplanırken kar taneleri,şoklar acıtıyor en çok da onu.

gün barşçıl lape'de,sanki ani kaçışlar koy'u
manik bir müzikkolik arıyor akordunu
bozulan ritminin gerçeği sanarak
tahammül hiç zorlanmıyor buralarda
rahibenin gülüşüyle mi duruldu nedir?
bir tek ateist bir çelişik doktorlara küfredip karanlığa tapıyor
"keşke anonsu duymasaydım..." diye ağlıyor bir majör
deveyi iğne deliğinden nasıl geçireceğini anlatarak.
"ben.." diyor,"bir nefes idim,niye çoğalttım kendimi?"
doktorlar,tabi,ne de olsa tıp
avutucu kılığından pek bir uzak
anlatabilmek için durumun ciddiyetini;muhasebe yan taraf...

manik,majör,panik atak ürkmüş pulsuz balık
odalar bir sükut,çokçası yalınayak
lakin flaşbekler kapalı,geçici bir durum,özür yersiz.
zaten mecal de yok,zor bir hal bu: duygu durum bozukluğu...
lape'de kar yağıyor,depresyon mevsimi ne de olsa,işini yapıyor.
bahçede acaip bir kadın,(türbanlı olması kafi)
kendini bilmez dualar ediyor
yalvarıyor önce "şâfî",sonnra "kâfî"
selam veriyor bir deli,tohumu bitmiş içtenlik saçarak
tesbih alıyor selamı,"rahman","rahîm" ve "raûf" esmâsıyla
insanlığı kucaklayarak...

22 Mart 2008 Cumartesi

İNŞA

doğdum
öyle pek bir şey beklemeden
lale bahçesi de değildi zaten adıma düzenlenen

büyüdüm
acı tenimde dolaştı
sokaklar bir başıboş,oyunlar sihirbaz kumpası

okudum
ilk harfim merak
kitaplar bir başka dünya,gerçekle düş arası

duydum
daha yedisinde,sevgi hırpalanırmış bazen
kapalı kapılarda beklermiş söz,kavga denen illeti

üzüldüm
babamın eve her geç gelişinde
korkular büyüttüm merdiven aralığında

sordum
küçük bedenime: suç bende midir ki?
neden annem hep ağlamaklı,babam bu kadar derbeder?..

daldım
günlerin savrukluğuna,bir yönüm rüzgara kardeş
diğeri uçuyor gençliğe doğru

anladım
bir tokatla
benim adım kızmış meğer,diğerleri hep tehlike!..
bundan böyle evimiz bilinen tek siper

kızdım
adımın her harfine
duvarlar duydu yalnız beni
yağmurlarda sildim adımın izlerini

gittim
ben de bir gün uzaklara
seslendi küçüklüğüm ardımdan:elveda!..
duyamadım ki sesini,galiba işim çoktu

koştum
demokrasi,özgürlük,kadın,fikir,feminizm!..
düşe kalka öğrendim büyümek ne de zordu.

tattım
sevgiyi sıcak bir el temasında
bunca zorluk bir yana,aşık olmak hoştu.

sustum
görünenler bir başka...
sloganlar,söylemler,bilmemneler
bazen hepsi ne boştu!..

aradım
varlığım niye varsın?
görünmez bir el sanki,gelip beni kurtarsın

avundum
sezen aksu... bir garip hüzün...
hacıbayram'a söyledim mechul bildirilerimi

dinledim
her mescitte nefs,ruh,akıl,kelam
dinmiyordu acım,ruhum aşka müptela...

döndüm
bıkmadan muma yanan pervane...
yaktım gemilerimi,adımı bir kenara yazarak

buldum
aşktı merhem tüm savaşlara
emeğin en hası bu meydanda verilir...

kıldım
ilk namaz,idollerimi yıkarak
artık bundan sonrası
uzun bir bekleyişti.

21 Mart 2008 Cuma

DİLRÜBÂ

henüz daha köhnememiş bir köşkün
bahçesinde dolaştım bir nebze.
âsûde vakitlerdi ağaçlarda avunan
eritti şerbet kokuları muammalı resimleri
kapılar ince bir tennure,seherler bir tutam aşk
açtım ve kapadım gözlerimi bir anlık ıtırnâk
karşımda gülgonca oynaşıp ferahfeza dilrüba,
ilkin görmedi beni buhurdanlar arasında
sonra bakıştık,biraz coşku biraz gam
konuştuk şurdan burdan,mevsimlere söylenip
şadırvanlarda yıkadık yeknesak zamanları

------o------

modern zamanlar oralı olmadı dilrübayı görünce
anlamadı gün gölge,acil vakitlere selam
dilrüba,hırslı ve planlı gözlerde
çoktaaan unutulmuş bir masaldı...
ancak savaşları anlatmadı tarih sadece
uygarlıklar yükselmedi hep kaşifler kanadında
mütevazi bri bahçenin görünmez sedirinde
dilrüba da yaşadı,bî-telaş ve nazikâne
söz ile yıkıyorum artık seherleri aşka hasret
iniyorum yokuş yukarı geçmişten geleceğe
sayılı mekanlarda avutup küllenmiş resimleri
bir yanım gün,mecbur ve sitemkâr
diğeri soluyor vakti ,dilrübânın sevincinde.

19 Mart 2008 Çarşamba

İNCECİK BİR GELİNCİK

budandı söylenmemiş bir çok söz
geçit vermedi hayal,billur bir kadehti özünde sakladığı
ama küsmedi anlık duraklar adanışın hatırına
belki yavaş yol aldı hüzün,hırçın ve imgesiz
anlatamadı kendini bir çırpılı telaşlı gözlerde
sakladı "kendini kendine",olgunlaştı biraz da bu yüzden
soğuk,nursuz ve şımarık köşeleri tutan derebeyler
yırtmak,hırpalamak,talan etmek geçti belki içlerinden
kimeydi,neyeydi? önemi yoktu öznelerin.
buna rağmen gizlemeyi başardı acı,gözyaşlarını
doldurup masumluğun kucağına...
mîri malı sanıldı gökkubbe,altı deniz
ruh;çağırdı öteleri,ötelemeden hiç bir oluşu
yandı bir sürü mabedler mabudlarını unutarak
gölge düştü aklın güvencesine
bozgunlar sel oldu aktı zaferlere ağıt düzerek
telli bir gelin gibiydi aranıp da beklenen
leke ile burkulası gözler gördü peçelerde silüet
gerdanlık dağıttı kamberler,semalara bir umut bir yakarış.
katrankara günahlar yığıldı bir kenara,bir şey yokmuşçasına
güneş dağıttı kötümser bulutları,vakur ve bir o kadar da müşfik
baba ocağı;beledü'l-emin,bir çay faslı kadar ancak
kutsalları yüklendi narin naz bir salıncak
ruh üfürdü rüyalar bilinmez kuytularda
bazı şeyler geç kaldı habersiz ve gerekçe bulamadan
belki yavaş yol aldı hüzün,yayılana umarsız
söz verdi çok kez daha aynalarda yanarak
zaman devrildi,korku fesat üstüne
derebeyler solumadı,hiç yalnızlık hiç hüzün
"anlar gibi" bile olmadılar saflığın mahremini
ama küsmedi anlık duraklar adanmış yeminlere
bozmadı suskunluğu ârifâne ve derince
o , yalnız göklerin dilinde
mecazlarla süslenen incecik bir gelincikti.

17 Mart 2008 Pazartesi

ŞEHRİYAR

henüz daha masumiyet çağında
günahlar kirletmemişken ellerini
her çehre yeni bir coşku
her dem sevgiyle bütünleşmek demekti

bir yaz uykusu buselik makamında
melankoli sağdı gönül sevgiler umarak
durmadı,durdurmadı büyük yangınları
aşk ile kavruldu mahiler denizinde.

köprüler attı makamlar arasında
sevindi her çehrede , gönlünün değdiği...
aslında,tüm ömür,tek muradı
çürümemiş beldelere girmekti

MUM'UN "BİR" HALİ

toy bir akıştı hikayemiz
gözlerden ırak serin kuytu bir nehir.
bir mum misali tutunduk sevgimize
kenar-köşee sızmayarak.

uzaktı yarınlar,günler ılık bir şarap
içimizde yanan mumdu direkleri taşıyan
mumun görünen alevinden öte
yarınlar -şimdilik- bizden uzaktı.

büyüdük aşkımızı büyülterek
saydam oldu,eridi mum,alevinde
gelecek de geldi;alevin hasretiyle
şimdi yeni iki çift göze dayandık.

titredi mum; yol uzun,yük ağır
ağladı aşk ellerle kavuşarak
bedeller sustu o an,vefanın kefaletinde
taşıdı ümidi berrak ve serin,güvenli sahillere.

mum yandı,hiç sönmedi
korkmadı ezel ve ebed şerbetinden
kader yazılmış günleri tüketirken
yaslandı toyluğun ilk muştusuna.

eridi mum,karıştı bu bütüne
unuttu baş nerde,son neden gelmedi
dağıldı sevgi,yekten çıkıp tüm aleme
yandı,ışıdı,sindi ve koktu...

14 Mart 2008 Cuma

İHTİMALLER SÖZKONUSU OLDUĞUNDA!...

doğmamış bir çocuk beyazlığı,
görülmemiş bir ten kafesinde.
söz dökülse buram buram,
seslense bir an,donsa kalem.

"M" harfi susasa yeniden umuda,
çağırsa havayı,suyu,toprağı
"B" harfinde bezense
söylenmemiş mahur beste duygular

ayışığı bir başka baksa
mazeret bulmadan geceye,
kadın emeğe hiç küsmese
durgun ve tenha sularda.

birden, bir , çok olsa insanlığından utanıp,
söyleşse akıl sormadan , gönül tahtına sızarak.
demlense bir ömür , çayın rengine amade,
doğsa kelam dil beşiğine,kalemden korkmayarak.

BİR ÇOCUĞUN RÜYASI

bir çocuğun uykusunda
düşmüş babanın kanadı

anne;ağlamış savunmasız
çocuk;üşümüş yorgabsız

sızlamış yorgan yatak
anne sevdaya sarılmış

baba donmuş bir an
kendini yalnız sanmış

çocuk titremiş uykusunda
anne; "iş başa düşmüş",anlamış

baba silkinmiş kaderinden
onu,ona yazana sığınmış

dua el vermiş gözyaşına
varlıkların sahibine dayanmış

çocuk açmış gözünü,
güneşli,berrak bir güne uyanmış

11 Mart 2008 Salı

VAKT İÇİNDE ÂN OLUR

zamanın altını çizmediği bir vakitte
karşılaşsam seninle ve sussam
sussam ki peri masalları masal olmaktan çıksa
örtse,üstümüze sinen varlık kokusunu

gözlerin anlatsa , ben dinlesem
Süleyman'ın dilinin nicedir var olduğunu
nicedir Yusuf'un kaybettiği diyarların
senin o yokluğa direnen gözlerin olduğunu

alıştım suskunluğa sende kaybolarak
vakitler aşındırdı konuşulan sevdaları
bir ân'a tutuldu yüreğim
gözlerinde tadılmamış mânâlara dalarak...

sustum ve yankılandı sessizliğim
varlığa çıkma ihtimali yok artık
senden sonra başlayacak olan
zamanın altını çizdiği,sensiz bir bensizliğin

ELVEDA DİYEMEDİĞİM

"mim"li geçmiş zamanlarda
saklambaç oynayan çocukluğum ilişti gözlerime
aradığı nerdedir bilinmez amma
vakitler çoktan uçmuş gibi geldi nedensiz

sayılarla beklenen oyunbozan
hiçliğini sakalayamadın,gördün mü?
eğer sen de korkmasaydın onun gibi yaşamaktan
elma dediğimde çevirirdin gökyüzüne o temkinli gözlerini

elma dersem çık,armut dersem çık-ma
demedim ki ben sana
bak bekliyorum hâlâ
geçmiş zamanları sayarak

oyun bitti artık,arta kalan gerçeklik
hakikatin kılıcı hükümran istemesen de
geçmişle yorulmak anlamsız ve beyhûde
saklanmak bir anlık göç

zaman iliklere sinmiş büyük dehliz
gelen giden yok aslında,bunu hep biliriz
yelkovan akrepsiz,akrep sensiz
bense hâlâ burdayım sensiz ve nedensiz...

DUYGULAR,DURUŞMALAR

ARSIZ
Kendine söz geçiremeyen beyhûde
Yalvarışların renkler kadar kaypak
HIRSIZ
Günlerin denkliğini eliyle bozan alçak
Yönünü yitirmiş acılara gebe
SIDDIK
Adımları mihenk taşı,kulakları çınlatan
"D" harfindeki iman , kalplere dokunuş
GÜVENCE
Sınırları önceden belirlenmiş saha
Sûretlerin sonraları unuttuğu girilmez bir vaha
ÖNCÜ
Rehbersiz bir gecede yalınayak koşan
Rüyalarda bile unutulan mavi ülkeye doğru
EDEB
İrâdesizliği kabul, akıl ile aklı aklederek
Fikir hüviyetsiz,isteyerek istemeyerek
DENGE
Bir bağbozumu öncesi görünen direnç
Bir anlık fırtınayla eskitmeyen düşlerini
ÇİLE
Musalla taşını giriş yapan ezcümle
Her ne gelirse gelsin gönlü seraptan uzak
AŞK
Yanık kalpleri gözyaşları ile yıkayan
Bilirim yine gelirsin tatlı ve şımarık çocuk
ÜMİT
Ezel ve ebed arası bir köprü
İsmin her hâli kanımca kabulüdür
YALNIZLIK
Umûra değil yalnız sana bu sahne
Küfret hadi durma,seyreden de sende,seyretmeyen de
BENLİK
Her zuhurda yeni demler açan,en çok da kendisinden korkan
Sevgiyi hesapsızca harcayan bir garip od ağacı

10 Mart 2008 Pazartesi

EFENDİME

Şamdanlar titrese bir sözünle
Rüzgarlar uçursa çaresizliğin hıncını
Bir ot büyüse kızgın güneşe rağmen
Sen gelsen burçları yıkılmış ruhuma inat

Ses verse tüm besteler duyguların bir adını
Dönse dolap,yürüse yolunda gitmeyenler
Gök gürlese iyimserlik yağdırarak
Sen gelsen içi boşalmış varlığıma inat

Sorularla başlamasa sevdiklerim
Cevaplar öylesine gelse kendiliksiz
Hiç bir sınav ölçmese ömrümün değerini
Sen gelsen yaptıklarıma değil yapamadıklarıma inat

Sen gelsen,bir aksa boz bulanık sular
Gelsen de bitse şu sonu gelmez hesaplar
Sen gelsen,durulsam sadece bir an
Gelsen,gelsen de yalnızlığımı gömsem

Bir türlü peşimi bırakmayan
BUnca hezeyana inat

YİTİK BİR ARAYIŞ BENİMKİSİ

Bir ekmek çıkınıyla düştüm yollara
Düşünmedim pabucumdaki delikleri
O zamanlar şahlanmıştı arzularım
Sürdüm ruhumu mühürlenmiş beldelere

Karşıma ne çıkarsa kabulüm
Sarsa da etrafımı zamane delileri
Cengizin atlıları talan etse de bedenimi
Söz verdim bir kere,artık dönemem geri

Yabancıyım en çok şimdi mazime
Yok hükmünde benden kalanlar
Şimdilik tek arkadaşım
Bir ekmek çıkınıyla avunan gündelik telaşlarım

Bazen gurbete düşmek de güzel
Kaybolmak lâ-mekanda
Arzularım hep yollara hasret
Yürüyor acıyı göze alarak

Acıyorum,ruh ve beden,bütün olarak
Dağılıyor duyularım dört bir yana hiç bir şey duymayarak
Savruluyyorum korkusuzca kaderin kucağına
Bir adım yok artık,söz verdim dönemem geri.